ndd_oyku

Friday, February 02, 2007

disk

j. l. borges

Ben oduncuyum. Adım önemli değil. İçinde doğduğum ve herhalde yakında öleceğim kulübe ormanın kıyısında. Söylendiğine göre bu orman, tüm yeryüzünü kaplayan ve üzerinde benimki gibi tahta evlerin gezindikleri denize değin uzanıyormuş. Hiç denizi görmediğim için, bilmiyorum. Ormanın öbür ucunu da görmedim. Küçükken, ağabeyim ant içirmişti bana ikimiz beraber, tek bir ağaç ayakta kalmayıncaya kadar bütün ormanı devireceğiz diye. Ağabeyim öldü ve şimdi benim aradığım, aramayı sürdüreceğim şey başka. Batı'ya doğru bir ırmak akıyor, bu ırmakta ellerimle balık avlayabiliyorum. Ormanda kurtlar var, ama kurtlar beni korkutmuyor ve baltam beni hiç aldatmadı.

Yıllarımın sayısını hiç tutmadım. Çok olduklarını biliyorum. Gözlerim artık görmüyor. Yolumu kaybederim korkusuyla artık gitmeyi göze alamadığım köyümde beni cimri diye bilirler. Ama ormanda bir oduncu ne kadar servet toplayabilir ki?

Evimin kapısını kar girmesin diye bir taşla kapatıyorum. Bir akşamüstü ağır adımlar duydum, sonra kapıma vuruldu.

Açtım ve bir yabancıyı içeri aldım. Yaşlı bir adamdı, uzun boylu; yıpranmış bir örtüye sarınmıştı. Bir yara izi yüzünü kesiyordu. Yaşı, gücünü azaltacağına, ona daha otoriter bir hava kazandırmışa benziyordu, buna karşın yürümek için bir bastona yaslandığını gözlemledim. Ne olduğunu anım­samadığım birkaç söz ettik. Sonunda:

- Ocağım yok benim, nerede olursa orada uyuyorum, dedi. Bütün Sakson toprağını baştanbaşa dolaştım.

Bu sözler yaşına uyuyordu. Babam hep Sakson toprağından sözederdi; şimdi İngiltere diyorlar.

Ekmek ve balığım vardı. Sessizce yemek yedik. Yağmur yağmaya başladı. Birkaç hayvan postuyla ona, ağabeyimin öldüğü yere bir döşek hazırladım. Gece olunca, uyuyakal­dık.

Evden çıktığımızda gün ağarıyordu. Yağmur durmuştu ve toprak yeni yağan karla kaplıydı. Bastonunu düşürdü ve bana yerden almamı buyurdu.

- Neden sana boyun eğmem gerekiyor, dedim.

- Çünkü ben bir kralım, diye yanıtladı.

Deli olduğunu düşündüm. Bastonunu alıp, ona verdim. Farklı bir sesle konuştu.

- Ben Secgens kralıyım. Birçok kez en şiddetli çarpışma­larında onları zafere götürdüm, ama yazgının belirlediği saat gelince, krallığımı kaybettim. Adım isem, Odin'in soyundan geliyorum.

- Kutlu saymam Odin'i ben; diye yanıtladım, isa'ya inanı­yorum.

Beni duymamış gibi sürdürdü:

- Sürgün yollarında başıboş geziyorum, ama hâlâ kralım, çünkü disk bende. Görmek ister misin?

Kemikli elinin ayasını açtı. Elinde hiçbir şey yoktu. Boştu, işte o zaman şimdiye değin hep kapalı tuttuğunu fark et­tim.

Gözünü benden ayırmadan:

- Dokunabilirsin, dedi.

Kaygıyla, parmak uçlarımı ayasına dokundurdum. Soğuk bir şey duydum ve sanki zayıf bir ışıltı gördüm. Elini aniden kapattı. Bir şey söylemedim. Bir çocukla konuşurmuşçasına sözünü sürdürdü:

- Bu, Odin'in diski, dedi. Yalnız tek yüzü var. Yeryüzünde tek yüzü olan başka hiçbir şey yok. Elimde olduğu sürece kral olacağım.

- Altından mı, diye sordum.

- Bilmiyorum. Odin'in diski bu ve yalnızca tek yüzü var.

Bu diske sahip olma isteği kapladı beni. Eğer benim olursa

satabilirdim, bir altın külçeyle değiştirebilirdim ve kral olurdum.

- Kulübemde gizli para dolu bir sandık var. Hepsi altından ve baltam gibi parlıyorlar. Bana Odin'in diskini verirsen, sandığımı sana veririm, dedim. bugün bile, hâlâ kin duyduğum bu serseriye.

- Reddediyorum, dedi inatla.

- Eh öyleyse git yoluna, dedim.

Sırtını bana döndü. Sırtına indirdiğim bir balta darbesi onu, düşürmeye yetti de arttı bile, ama yere düşerken avucunu açtı ve havada soluk ışığı gördüm. Baltamla yeri işaretledim ve ölüyü kabarmış ırmağa sürükleyip attım.

Eve dönünce diski aradım. Bulamadım. İşte yıllar geçti, aramayı sürdürüyorum.